4 Kasım 2010 Perşembe

kırmızı ve çekiç

şimdi beni herkes tanımıyor, gizem de bana yazı yaz diyor. ben de yazmak istiyorum da; neden bahsedeceğime bir türlü karar veremiyorum. neden ilkokul birinci sınıfta sürekli okuldan kaçtığımı mı anlatsam ya da mutsuzluk hastalığımdan mı bahsetsem veya daha gizemli bir yazı yazmak için buzdolabının kapağının kapandığında ve küçük ışığı söndüğünde içerisinde neler olduğunu mu anlatsam bilemiyorum.

aslında yazmamamın sebebi ne bir efsanevi tehdit ne de can alıcı bir ödülün olmaması, zaten ondan kimsenin sözünü dinlemiyorum, hiçbir şey pek umurumda olmuyor. ondan iman etmiyorum, kırk huriymiş -ben bir tanesiyle başa çıkamazken- neden cezbetsin ki beni. kaynar sular falan da alışırım gibi geliyor ya da çok çocukça geliyor diyeyim. tek iman ettiğim bir tabak spagetti üzerine iki köfte.

deseler ki kırk huri vermek yerine, otobüste hep en güzel kız gelip karşına oturacak. park alanında son yeri sen kapacaksın, ev sahibi arada arayıp bir ihtiyacın olup olmadığını soracak, dedeler linki yemeyeceksin... hemen dönerim kıbleye. ya da cehennemde hep televizyonun önünden birileri geçecek olsa, düm düz yoldan yürürken karşıdan biri çıksa, bir birinize yol vermek için hep aynı yöne gitseniz, çamaşır makinesi ikide bir bozulsa hacca bile giderim. şimdi blogda da ödül ve ceza eksik işte. ama gizem dedi sana cam açarım saçımı gösteririm. birden bir şevk geldi yazdım hemen.

şimdi bir renk ve alet düşünün.

kırmızı ve çekiç dimi? hahaha siz de %98in içindesiniz :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder